24 Ekim 2009 Cumartesi

Baykal ve Demirören.

İnsan en korkunç, en acayip şeylere bile zamanla alışıyor. Hatta bu nahoş alışmalar bir süre sonra eksikliği hissedilen nanelere dönüşebiliyor.

Deniz Baykal mesela benim için iyice böyle olmuş durumda. Her seferinde acaba bu sefer nasıl bir inatçılık, mızmızlık, acayiplik yapacak diye bakıyorum. Sağolsun hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmıyor. Hatta giderek saçmalık düzeyini arttırdığından kendisinden sıkılmanız mümkün olmuyor. Şu kamera önerisi bizi bizden almadı mı? Kalakalmadık mı, ulan ne diyor bu sayın muhalefet bey deyu şapşal şapşal bakmadık mı? Al sana reyting.

Beşiktaş'ın "bully"si Demirören'se ayrı bir keyif ayrı bir coşku. Baykal'daki afacanlık onda yok; onda olan daha çok mahallenin aptal-zengin çocuğu zorbalığı. Ama o da tıpkı Üstad Baykal gibi, "yav bu sefer ne halt yiyecek" diye kendi kendinize sorduğunuzda çıtayı her seferinde daha yukarı taşıyor, sizi asla mahcup etmiyor. Herif en son, dışarıdan getirdiği çeteye maç ortasında kendi taraftarını dövdürdü. Bunu yapabildi. Böyle dev böyle yaratıcı bir insan.

Şimdi bunların ikisi de olmasa nolur halim diye düşünüyorum. Bunları dünyanın faniliğin, varlığın bilmecesinin çözülemezliğinin, hayatın içindeki doğal saçmanın birer hatırlatıcısı olarak kabul ediyorum!

Bazen kendilerini sevmeye başladığımı bile düşünüyorum.

14 Ekim 2009 Çarşamba

Amerika IV - Barbar

Ben burada, barbarların anlamadığı bir barbar gibiyim.

Ovidius

9 Ekim 2009 Cuma

Yorgunluk be üstad.

Sabahlara kadar okur yazar çalışır yorulur. Işık gözüne girmeye başlar, kambur keskinleşmeye. Güç kalmaz damarda, lakin içindekine uzun yorgunluğun keyfi mi, yoksa "bitmiş şeylerin hüznü" mü demeli, işte onu bilemez. Ama netice değişmez, yine üstad gelir akla sabahın karanlığında, kalın gözlükleri ve kemikli yüzüyle:
Değer mi bunca yalnızlık, gittikçe daha yalnız olmak için?
Boştur yollar meydanlar yalnız gezildiğinde.
Oysa bir kadın durdurmalı
konuşup da birlikte yaşamaya inandırmalı,
yoksa hep kendisiyle konuşur insan. bunun için de
kimi vakit körkütük olur geceleri
ve anlatır durmadan, anlatır yapıp edeceklerini.

8 Ekim 2009 Perşembe

Tarihle kıyanlar, tarihe kıyanlar.

Tarihin fetişleştirilmesi son yıllarda aldı yürüdü. Murat Bardakçı'nın Pelin Batu'yla beraber tarih-şov programı yapıyor olması başka türlü açıklanamaz herhalde.

Aslında bu fetişleştirmeye olumlayan açıklamalar getirenler yok değil. Halkımız artık tarihe ilgi gösteriyor falan diyenler oluyor mesela. Kanıtları da var. Halil İnalcık'ın son makaleler derlemesi, ki gayet akademik bir kitap, bir ayda 10 baskı yaptı. Sonuçta İnalcık, İlber Ortaylı gibi şova yatkın bir insan da değil (Ortaylı, haksızlık etmek istemem ama tavrıyla bana hep Erman Toroğlu'yu hatırlatıyor :)). E satan cancanlı sultan biyografisi falan değil, büyük tarihçi Halil İnalcık'ın akademik kitabı. E demek ki halkımız tarihini öğrenmek için yanıp tutuşuyor. Alkışlar.

Ama esasında aynı kanıt tam tersi hal'in göstergesi. Hakikatten kaçışın, kendi tarihini tartışmaktan ürken toplumun işareti. Hiç şüphem yok kapışılan İnalcık kitabı evde başköşeye yerleştirilecek ama hiçbir zaman tam anlamıyla okunmayacak. Ama bir kutsal kitap gibi, bir hakikatler koleksiyonu gibi saygı görecek. Bu durum, tam da "bir kısım" tarihçiye toplumun ciddi ciddi kendi hakikatinin anahtarını emanet ettiğinin göstergesi. Çünkü İnalcık popüler tarihçilerimizin tanrısı. Nakarat şu: "Ortaylı hocam sadece bizim değil dünyanın yedi ceddini bilir, Bardakçı hocam zehir gibidir her şey hafızasındadır, İnalcık hocam ise hepsinin herkesin hepimizin büyük hocasıdır."

Nakaratın pratiği ise şu: İnalcık'ın kitabı başköşede okunmamış olarak dururken Habertürk'te Bardakçı, Pelin Batu'yu sulanan ağızlarımız eşliğinde azarlıyor olacak. Ve tüm bu hikâye boyunca ve neticesinde birilerinin bizi çok iyi bildiğine sıkı sıkıya inanmış olacağız.

Her biri bir tatlı sert baba bu koca tarihçilerimizin. Bizi azarlayacaklar, hoyratlık edecekler, belki biraz darılacağız ama daha da çok hayran olacağız; zira bizi tarihimizin yüceliğine bu sefer çok daha "bilimsel" inandırmış olacaklar. Murat Bardakçı, Pelin Batu'yu ezdikçe büyük Osmanlı tarihi, tarihi baştan başa kateden büyük şanlı varoluşumuz daha da sıkı hissettirecek kendini. Ve dev tarihçilerimizin gerçek dediği şey giderek daha da çok fetişlecek, daha da çok arzulanır olacak. Yere daha sıkı basacağız, zira tarihe inananlar yere hep daha sıkı basarlar.

Memleketin yakın tarihinin karmaşasının ve kimlik problemlerinin iyice su yüzüne çıktığı şu günlerde hoyrat tarihçilerin fetiş tarihlerinin bunca popüler olmasına şaşmamak gerekiyor demek ki.

Bardakçı'm çok yaşa!