24 Ekim 2009 Cumartesi

Baykal ve Demirören.

İnsan en korkunç, en acayip şeylere bile zamanla alışıyor. Hatta bu nahoş alışmalar bir süre sonra eksikliği hissedilen nanelere dönüşebiliyor.

Deniz Baykal mesela benim için iyice böyle olmuş durumda. Her seferinde acaba bu sefer nasıl bir inatçılık, mızmızlık, acayiplik yapacak diye bakıyorum. Sağolsun hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmıyor. Hatta giderek saçmalık düzeyini arttırdığından kendisinden sıkılmanız mümkün olmuyor. Şu kamera önerisi bizi bizden almadı mı? Kalakalmadık mı, ulan ne diyor bu sayın muhalefet bey deyu şapşal şapşal bakmadık mı? Al sana reyting.

Beşiktaş'ın "bully"si Demirören'se ayrı bir keyif ayrı bir coşku. Baykal'daki afacanlık onda yok; onda olan daha çok mahallenin aptal-zengin çocuğu zorbalığı. Ama o da tıpkı Üstad Baykal gibi, "yav bu sefer ne halt yiyecek" diye kendi kendinize sorduğunuzda çıtayı her seferinde daha yukarı taşıyor, sizi asla mahcup etmiyor. Herif en son, dışarıdan getirdiği çeteye maç ortasında kendi taraftarını dövdürdü. Bunu yapabildi. Böyle dev böyle yaratıcı bir insan.

Şimdi bunların ikisi de olmasa nolur halim diye düşünüyorum. Bunları dünyanın faniliğin, varlığın bilmecesinin çözülemezliğinin, hayatın içindeki doğal saçmanın birer hatırlatıcısı olarak kabul ediyorum!

Bazen kendilerini sevmeye başladığımı bile düşünüyorum.

Hiç yorum yok: