20 Kasım 2009 Cuma

Yapanla bakan - kibirle kin.

Eşya yapanın kibri vardır. Eşyaya öylece bakanın ise kini.

Yapamamakdan gelen kindir bu, yapıcının kibrini hissedikçe bakan, tenine işlemiş kin kanatmaya başlar. Hem içe doğru hem de dışa.

Yapan bu kanı görmeyebilir. Zira kibir kör edicidir. Kin ne kadar göz açarsa, kibir o kadar kapatır. Yapan görmedikçe bakanın kibri yön bilmeden çağlar.

Şiddet arttıkça körlüğün devam etmesi ihtimali azalır. Elbet bir noktadan sonra yapanın yüzüne kan sıçrayacaktır; kibir sonsuza kadar boşluğa çağlamaz ki.

Dünyanın halini her yönden eksik bulmuş, bu eksikliğe bakarak, bu eksiklikte var olarak yaşamanın tek doğru olduğunu düşünen erbap ikisini de ayıplar, herkese şefkat önerir. Vazgeçmek ve şefkatle dolmak merhemdir. Çile kurtuluştur. Cesare'nin yorgun genç adamları gibi tepelere çıkmak, yarı soyunup güneşe yatmak, kendini ışığa bırakmak kurtuluştur.

Gel gör ki kurtuluş önermek, yol göstermek içinde de kibir salınır. Büyük vazgeçmek büyük yapmaktır.

Yapmakla bakmak arasında bir üçüncü şık yoktur.

Ama bir üçüncü şık arayışında yapmakla bakmak arasında sürekli gidip gelir bazen insan. Gidip geldikçe öğrenir, gidip geldikçe kibirle kin arasındaki perde geçirgenleşir. Anlamak orda başlar. Sonra büyük yazarın dediği gibi affetmek.

Varsa kurtuluşa benzer bir şey perdenin geçirgenleşmesine tahammül edebilmek değil midir? Ağırlıklardan kurtulmakdır yani bilgelik. Yaşamamak değil.

Ne kibirden ne kinden korkmamak o zaman.

Cennet anahtarı simulasyonu.

2 yorum:

ligea dedi ki...

nerelerdesin yahu?

Mehmet Hayri Zan dedi ki...

hiç yazasım okuyasım yok bu aralar. ondan pek takılmıyorum alemlere :)