16 Şubat 2010 Salı

Amerika VII - Şiddet ve Düzen.

Bu ülke hakkında anlatılan pek çok basma kalıp şey var. Herkesin bildiği, sık sık kullandığı, özellikle eleştirirken çok zaman sakınmadan kullandığı. Öyle değil mi, Amerika kimsenin kimseyi gerçekten iplemediği yerdir, mülkün kutsallığına dokunan ayvayı yer, herkes delicesine bireycidir, kimse kendine başkasını düşünmez falan filan.

Bu basmakalıp yargılara karşı mesafeli durmaya çalışıyorum burada. Kolay karar vermemek, tanıma macerasını derinleştirmek istiyorum. Ama bazen öyle şeyler oluyor ki insana Allen Ginsberg'in Amerika'sından başka bir Amerika kalmıyor. (Şiir şurda, çevirisi şurda)

Çalıştığım yerin hemen karşısında geniş ve ferah bir kafe var. Büyük kafe zincirlerinden birinin şubesi. Şehrin tam merkezinde olmasına rağmen evsizlerin ve başka garibanların uğrak mekânı olan bir yer. Genelde iç tarafta bir köşede oturuyorlar ve gördüğüm kadarıyla kimse kendilerini rahatsız etmiyor. Onların da kimseye bir zararı olmadığından kafe her türden insanla dolup taşıyor. Yani, "ay gitmeyelim oraya, homeless dolu orası kız" canavarlığı hissedilmiyor.

Birkaç gün evvel yine aynı mekâna gittim. Akşam beş gibiydi. Kahve içeyim, kurabiyemi kemireyim, kitabımı okuyayım dedim. Zaten dışarısı fena soğuk.

Kahve güzeldi, kurabiye güzeldi, kitap güzeldi. Eşref saati tam.

Aniden karşı köşede bir garibanın yere yığıldığını gördüm. Yanındaki arkadaşı kaldırmak için eğildi, sarstı falan ama kaldıramadı. Derken yerdeki adam sara krizine girmiş gibi şiddetle titremeye, kasılmaya başladı. Acayip bir görüntüydü nasıl anlatılır bilmiyorum, sanki adam kocaman bir kalp olmuş atıyordu (kötü edebiyat için özür). Bir anda herkesin kafalar o tarafa döndü. Bazıları ne olduğu anlamak için ayağa kalktı. Hemen önümdeki çocuk durumun vehametini anladı ve koşarak adamın yanına gitti. Ben napacağımı şaşırdım, çocuktan başka kimse gitmiyordu, durum garipti, baktım olmayacak çocuğun arkasından seyirttim, yanlarına vardım.

Adam belki uyuşturucu krizindeydi bilmiyorum. Tek bildiğim adamın ölüyor olduğunu düşündüğüm. Neyse çocuk hemen telefonla acil servisi aradı. Uzun uzun birileriyle konuştu. Sonra telefonu kriz geçiren adamın arkadaşına verdi, o da bir şeyler anlattı. Bu arada adamın kasılması giderek azaldı.

O an kafede çalışan siyahi bir kız aheste aheste yanıma geldi ve yüzüme bakıp "died?" (öldü mü?) dedi. Ne diyor anlamadım başta, ne diyorsun bacım şeklinde yüzüne bakınca sorusunu tekrarladı "died?". Cevap veremedim. Bacım bu ne soğukkanlılık, bu nasıl bir genişlik bile diyemedim. O da alıklığıma dudak büküp geri gitti.

Kız giderken arkamı dönüp kafeye baktım. Herkes iki dakika önceki muhabbetine, kitabına devam ediyordu. Fark ettim ki içerde olan ben diyeyim 40 siz diyin 50 kişiden biri bile adamın krizi sırasında yanımıza gelmemişti. Fark ettim ki bunlar olurken insanlar kahve ve kurabiye almaya devam etmiş, kafe olağan hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam etmişti. Kapıdan içeri yeni girenler (adam tam giriş kapısının yanında yatıyordu) garibanın kasılmasına baka baka sipariş vermeye yönelmişlerdi. Adam herkesin gözü önünde can çekişiyordu ama Amerika'nın en zengin şehrinin en iyi üniversitelerinin tam ortasındaki mekânda kahve keyfini hiçbir şey bozamamıştı.

Lakin şaşkınlık bundan ibaret kalmadı. Beş dakika içinde art arda önce üç polis arabası, iki ambülans ve iki itfaiye aracı geldi! Havaya on milyon siren sesi karıştı. Gören şehrin yarısı yanıyor sanır! Bir anda içeri onlarca resmi kıyafetli adam doluştu. Büyük bir kararlılıkla ve hızla kriz geçiren garibanı sedyeye yatırıp götürdüler.

Olayın ne tarafına şaşıracağımı bilemeden orada öylece kalakaldım. İlk kısımdaki vicdansız ilgisizliğe mi şaşmalı, ikinci kısımdaki abartılı tantanalı ilgiye mi? Kurumların manyakça titizliğini insanların başkalarına büyük ilgisizliğine mi bağlamalı yoksa nedenselliği tam tersinden mi kurmalı? Acaba orada kriz geçiren bir gariban değil de beyaz Amerikalı olsaydı insanlar daha insan olurlar mıydı sorusuna nasıl cevap vermeli?

Amerika, ey büyük mekanik.

4 yorum:

seyyarat dedi ki...

Au Bon Pain mi burası?

Yapılacak yorum bu olmamalıydı tabi de söylenecek söz olmayınca...

ligea dedi ki...

eger bir roman yazıyorsan, ki yazdıgını iddia ediyorsun, belli ki imgeler yüzlerini sen orda nefes alırken bulacak...

Mehmet Hayri Zan dedi ki...

tam tersine yazmadığımı iddia ediyorum ligea, roman kim ben kim!

yorumunu biraz daha acabilir misin? burdaki imgeleri çok anonim mi buldun? anlamadım yahu.

ligea dedi ki...

şimdi bakınca yazdıgımı ben de anlamadım:)) şoyle yahu: eger bir roman yazsaydın ki, yazmıyormussun-ki niye boyle bir hava yarattın bende, sorumlusu sensin- orda karakterleri daha güzel yazardın diye, değişik insanlarla içiçesin ya ondan, avam burda hep aynı avam. hümanizman çeşitleniyor oralarda diye. yolunda giden "date"ler, soğukkanlı olumler felan. yeminle bilmedigimiz seyler.