28 Mart 2009 Cumartesi

Sonya.

Suç ve Ceza’nın bende bıraktığı en seçilir şey bir umut duygusu, yaşamaya yönelen gizemsiz bir heyecan oldu galiba. Raskolnikov’un tecrübesine dair bir inanç diyelim. Hâlâ böyle hislenerek okuyabilmek ne güzel. Hatırlarsınız romanın sonunu, Raskolnikov için yeni bir yaşamın başladığından söz ediliyor. Esasında Dostoyevski’nin umudu her hal, işte gelip yazarla okur arasında bir uzlaşım alanı açıyor. Bu uzlaşım alanının hala capcanlı olması ne garip. Oysa, edebiyat çok değişti, biçimler çok değişti, hepsinden önemlisi toplum çok değişti.

Böyle bir şey var işte, hislenip uzun yürüyüşlere gitmeye niyetlenmek gibi bir şey. Kitap bitince Sonya’yı özlediğimi hissettim. Sanki Sonya’yı hak etmek diye bir şey var. Ulu anne, tüm yaraların meryemi. Düşkünlük, acz, sarhoşluk, hastalık, üşümek. Bunlarda kalarak, bunları sahiplenerek Sonya ile bitişmek. Kendi üstüne, yaraları temizlemeden, kapanım. (kitapta en çok geçen sözcük “titremek” galiba. İsa’nın üşümesi, Maria Magdelena’nın onu silip, sarıp uyutması geliyor aklıma. Bunlar ne kadar da borçlular İsa’ya).

Ama, Sonya’yı üç beş sene evvel çok daha kuvvetle özlerdim, çok daha zor unuturdum. Uyum sağlıyorum dostlar, ağrıya dayanma kabiliyetim giderek azalıyor (azalma da değil, sanki kendini saklıyor, ağrısızlaş diyor), protokollere uyum sağlıyorum. Giderek bir düzen oturuyor, yapıp edeceğim bu düzenin tanımına sıkışıyor. Tam karabasan hissi. Bağırmak isteyip, ses çıkaramamak gibi. Akşamları geliyor. Giderek seyrelerek.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Aslında daha sık gelmek isterdi ve
hatta kendisine karşı açık sözlü,olduğu zamanlarda, o da özlerdi, karakterini. İnsanların ona neredeyse formülleşmiş ve sabitlenmiş bakışlarını bir makineye anlatırken de, karşısındaki kişiyi
tekrar tekrar
düşünecek
kadar
Ger-
çek

Sona