7 Temmuz 2011 Perşembe

Alman terbiyesi, taşra sıkıntısı.

"Dünyadan gerçekten istediklerinizi elde edemeyecekseniz, kendinize onları istemediğinizi öğretmelisiniz. İstediğinizi alamayacaksanız, kendinize alabileceğiniz neyse onu istemeyi öğretmelisiniz. Bu, iç derinliklere, bir çeşit içkaleye ruhsal olarak çekilmenin çok sık görülen bir biçimidir --orada dünyanın bütün korkutucu kötülüklerine karşı kendinizi kapılar ardına kilitlemeye çalışırsınız. Ülkemin kralı -hükümdar- benim toprağıma elkoymuştur: öyleyse, ben de kendi toprağımı istemem. Hükümdar bana rütbe vermek istemiyordur: rütbe eften püftendir, önemsizdir. Kral malımı mülkümü elimden almıştır: mal mülk hiçbir şey değildir. Çocuklarım kötü beslenmeden ve hastalıktan ölmüştür. Tanrı sevgisi karşısında, dünyevi bağlılıklar, hatta çocuk sevgisi bile bir hiçtir. Ve daha böyle uzayıp gider. Kendi çevrenize, incinebilecek yüzeyinizi azaltmaya çalışarak sıkı bir duvar örersiniz, olabildiğince az yaralanmak istersiniz. Üstünüze her türlü yaralar yığılmıştır; onun için, kendinizi olabilecek en küçük alana bağlarsınız ki, yeni yaralar için olabilecek en az yeriniz açıkta kalsın.

Alman sofulukçularının içinde bulunduğu ruh hali buydu. Sonuç, yoğun bir iç yaşam, büyük miktarda çok etkili ve çok ilginç, ama son derece kişisel ve şiddetle duygusal edebiyat, zekâdan/zihinden nefret ve elbette, her şeyin başında Fransa'dan, peruklardan, ipek çoraplardan, salonlardan, yiyicilikten, generallerden, imparatorlardan, servetin, kötülüğün ve şeytanın cisimleşmiş hali olan bu dünyanın bütün büyük ve görkemli figürlerinden nefret. Bu, sofu ve aşağılanmış bir halk açısından doğal bir tepkidir ve başka yerlerde de böyle olmuştur. Bu, özellikle Almanların o belirli dönemde yatkın bulundukları gibi, kültür-karştılığının, aydın-karşıtlığının ve yabancı düşmanlığının belirli bir biçimidir. Bu, bazı Alman düşünürlerinin onsekizinci yüzyılda tuttukları ve kutsadıkları, Goethe ile Schiller'in ise bütün ömürleri boyunca savaştıkları taşralılıktır."


(Isiah Berlin'in Romantikliğin Kökleri adlı kitabından (57-58). Çeviren Mete Tuncay)

Hiç yorum yok: