18 Şubat 2009 Çarşamba

Taşrada kütüphane, kütüphanede fındık.

Geçenlerde, Furkan'ın yaptığı yorum üzerine aklıma geldi. Evet taşrada da kütüphaneler vardır.

Benim büyüdüğüm mini minik Anadolu kentinde de vardı böyle bir kütüphanecik. Top oynadığımız sahaya giderken Allah'ın her günü önünden geçmiş, fekat "ula oğlum bunun içinde ne var aceb" dememiştik. Oysa ergenliğin ya bir adım önünde ya bir adım ertesindeydik ve sürekli "ula oğlum o ne" "ula oğlum bu ne" diyip duruyorduk.

Günün birinde, sevgili ebebiyat hocamız dönem ödevi için biz üç samimi arkadaşı bu hiç merak etmediğimiz çirkin binaya gönderdi. Hocadır, böyle abudik gubidik isteklerde bulunması hocalığının şanındandır diyip, hiç kem küm etmeden içeri girdik. Bir Çarşamba öğleden sonrasıydı, üç arkadaştık ve üçümüzün de aklında aynı kız vardı.

(Bir Çarşamba öğleden sonrasıydı ve bir Yılmaz Erdoğan mısrası tadında fena halde sonbahardı. Heyhat!)

Önce ödeve kastık. Kitaplar bulduk. Bölüm bölüm okuduk. Not aldık falan. Lakin bir süre sonra sıkılıp bıraktık. Kalktık tekrar raflar arasında dolaştık. Fıkra kitapları bulduk, şiir kitapları keşfettik. Oturduk okuduk, güldük, güzel aşk mısralarını bir yerlere yazdık. Nasıl oldu anlamadık, öğleden sonrayı kütüphanede geçiriverdik.

Eh böyle dehşet anları oluyor tabii hayatta! Dedik ki, yav burası güzel yermiş, dışarıdan sıkıcı görünüyor amma bir başka ferahlık bir başka letafet var içinde, yine gelelim.

Şaşılacak şey ama ertesi hafta yine gittik. Bir başka Çarşamba öğleden sonrasıydı ve geniş okuma salonunda bizden başka en fazla ben diyeyim iki siz diyin dört kişi vardı. Haydi dedik, geçen hafta bizi eğlendiren kitapları bulalım. Haydi, haydi! Zor olmadı bulduk, masaya kurulduk.

Tam iki satır okuyup kıkırdamışdık ki "çaaat" diye bir ses bizi yerimizde hoplattı. Ne olduğunu anlamadan "çaaat"ı bir "paaat" takip etti. Sonra çata küt pata küt kütüphanede konser başladı. Kaldırdık kafayı, ne görelim a dostlar!

Memur bir abi ve iki abla masalarına kocaman gazete sermişler, önlerinde büyükçene bir havan, hababam fındık kırıyorlar. Sonra da güle oynaya yiyiyorlar tabii.

Kaldık öyle, birbirimize baktık. Kimse bir şey diyemedi. Hani kalkıp gelmişiz, topa gitmemişiz, arkadaşlarımız yediğimiz haltı duysa geçecekleri dalganın haddi hesabı yok ama yine de iyi niyetliyiz, gidip raflardan kitaplar toplamışız... amma sen gel şu olana bak! Bir değil iki değil dakikalar geçiyor gürültü bitmiyor. Bitmesi de zor çünkü önlerinde kocaman bir torba dolusu fındık var. Bir yandan fındığı kırıyorlar, diğer yandan muhabbetin belini kırıyorlar. Keyflerine diyecek yok.

E abi dedik, burası kütüphane. Yani biraz garip bir durum bu. Tamam, her gün gidip geldiğimiz bir mekân değil. Hatta Kahveci Yusuf'a gidip gelme sıklığımızla karşılaştırılırsa hiç gelmemiş bile sayılırız. Ama yine de ayıptır. Cık cık.

Böyle diye diye birbirimizi gaza getirdik. En çok gazı alan ben miydim, yoksa başbakanımız gibi benim de destan olmaya hevesim mi vardı bilmiyorum, kalktım fındıkçıların masasına gittim.

Şey, dedim. Şey biz çalışamıyoruz da gürültüden.

Önce birbirlerine baktılar. Sonra havanların efendisi pos bıyıklı memur abi ayağa kalktı, "lan ziktiğimin deyyusu, sen kim oluyorsun lan, ziktirin gidin, toplayın lan kitaplarınızı kalemlerinizi" diye bize zılgıtı koydu.

Artık kızarır mısın, ağlar mısın ne yapacağımıza karar veremeden topladık eşyaları. Süklüm püklüm dışarı çıktık. Bir daha da kütüphaneye mütüphaneye gitmedik.

Arkadaşları ayda yılda bir gördüğümde hep bu olayı yad ediyoruz. Ben hâlâ, eşyalarımızı toplayıp çıkarken "burası kütüphane kütüphane" diye bağırdığımı iddia ediyorum. Ama galiba benden başka kimse duymamış.

8 yorum:

Furkan Haydar dedi ki...

Özellikle "burası kütüphane" tepkiniz ve "yav burası güzel yermiş" yorumunuz harika! : ))

Bir de böyle kütüphanelerde, "yediniz ulan ömrümü; gençliğim, güzelliğim gitti bu köhne kütüphanelerde" der gibi bakan, her daim boynunda asılı gözlükle dolaşan, düz etekli, çok hızlı konuşan, kırk yaşını geçkin kadınlar olur. Niye öyle gerginlerdir bilmiyorum.


Ben: B
Kadın: K
Fedai Cemal: C

B: Afedersiniz, Martı var mı acaba?

K: Ne martısıaa?

B: Jonathan

K: Kim?

B: Jonathon Livingston

K: Bilmiyom, her kitabı nereden bileyim, bak şuraya arkalara, allah allah yaa...

B: Şu tarafta olabilir mi acaba?

K: Ya nebleyim ya.

B: Kim bilecek ki?

K: Allaam ya. Cemal, almayın böyle çocukları kütüphaneye ya! Huzuru bozuyor bunlar.

B: Lan şimdi!

K: Cemaaaal!

B: Gaçhayım.

C: Nolür?

Mevki: Balıkesir
Sene: Milenyumlardan 2.si

Mehmet Hayri Zan dedi ki...

:) Direk Kafka olmuş abi bu :)

Adsız dedi ki...

:))

shadowboxer dedi ki...

kütüphane sevmeye çok geç olsa da üniversitede başladım ben, ne yalan söyleyeyim Bilkent Kütüphanesi'dir kafamda canlanan yer birisi kütüphane dediğinde. Hem yok yok olmasından, büyüklüğünden, sessizliğinden, düzeninden, huzurundan hem de çalışanların da düzgün insanlar olmasından sanırım..Tek eksiği biraz daha rahat koltuklardır, tüm günü geçirmek için gereken. Oturup vakit geçirmek, kitap okumaktan ziyade ders çalışmak için hazırlanmıştır. ama müzik dinleyerek çalışmak için müzik odaları bile tercih edilebilir. velhasıl güzel yerdir, tavsiyedir.

Mehmet Hayri Zan dedi ki...

shadowboxer, benim için tek kriter fındık kıran birilerinin olmaması :)
şaka bir yana bilkent'in koleksiyonu da hep çok övülür. bilmiyorum övüldüğü kadar var mı ama türkiyedeki en iyi üniversite kütüphanesi denir hep.

toytronica dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
toytronica dedi ki...

Lisede kütüphane kayıtlarına göre en çok kitap okuyan öğrenci olduğum anlaşılınca okul müdürü tarafından bayrak töreni sonrasında ''sahne'' ye davet edildim, ödül olarak kendisinin elini öptüm. Bir sonraki lisemde kütüphanenin kilitli kapısı sadece bana açılmıştı. Ben de tozdan, nemden çürümeye yüz tutmuş kitapların sağlamlarını üçer beşer kendi kütüphaneme aktardım. Tüm bunlar olurken kütüphaneciler needeymiş acaba diye merak ettim şimdi... Bir de Beşitaş'ta Kabalcı'nın kafesi hafif gürültülü kütüphane işlevi görüyor. İstediğiniz dergi ya da kitabı, satın alma zorunluluğunuz olmadan kafe bölümünde okuyabiliyorsunuz.İlgililere duyurulur.

Mehmet Hayri Zan dedi ki...

hakikaten şu okul kütüphanelerinden kitaplık zenginleştirmiş arkadaşlar vardır. kütüphaneci var mıdır ki lisede? bizimkinde yoktu..

ha evet kabalcı'ya gittim ben de bir kere. ama masaların çok yüksek sandalyelerin çok rahatsız oldğu kalmış aklımda.