25 Mart 2009 Çarşamba

İyi edebiyatın derin kuyusu.

İyi edebiyatın içinde öyle derin bir kuyu var ki, “niye yanına yaklaşmak” sorusuna alçalmak dahi düşüyor aklıma. Ünlü Rus yazar ne demiş: “kuş uçmak, insan mutluluk için doğar”. Eğlenceli bir söz, Balkan filmlerindeki oynak müzikli büyük aile yemeklerini hatırlatıyor.

Althusser, edebiyata—herhal sanata diye genişler bu—uyandırma, ideolojiden uyandırma rolü biçmişti. Gerçeği bulamazdın sanatla ama, bilimle kavrayacağın gerçek için öncelikle gerçeğe yönelme dürtüsüyle dolman lâzımdı. Ver elini edebiyat. Althusser’de sık karşılaştığımız türden şematik bir çözümleme. Ama Marksizm’in kendinden önceki yüz yılına selam çakmış oluyordu filozof bu çıkarımla: bizi uyandıran, bilinçlendiren sanat gün gelip gereksiz olacaktı, tıpkı Hegel’in söylediği gibi. Kendisi böyle demese de, selam selamdı, indirgeme indirgeme.

Tarkovski, Mühürlenmiş Zaman’ın son kısmında ne diyor: “Zamanında Dostoyevski, başka insanlara ait mutluluğun sorumluluğunu üstlenmeyi isteyen ‘büyük sorgucular’a karşı bizi uyarmıştı” (235). Hakikaten, kabullenmek lâzım büyük sorgucular, büyük doğruyu fısıldayanlar yirminci yüzyılda da, özellikle ilk yarısında, eylemli idiler fazlasıyla. Fikriyatın büyük parçalarını arkalarına alarak tabii.

Dün Solaris’i bir kez daha seyrettim. Zaten Tarkovski’nin bilimum filmlerini kitabından parçalar eşliğinde sürekli seyrediyorum. Garip bir tecrübe olduğu kesin. Bende hipnotik bir etki yaptığını itiraf etmem lâzım. Engin bir denize en hüzünlü halinde kişioğlunun safiyane dalıp gidişi desem. Tamam, tamam cıvıklığa gerek yok.

Neyse, gerçek katılaştı mı büyük sözlerin çağrılası oluyor, diyeceğim. Althusser’in gerçeği katılaştırası var. Cetvelle çizgiler çizesi, çizgilerin ayırdığı kompartmanlarla arası çok bilinmeyenli, çok dereceli denklemler çizerek tecrübe eden insanı unutası var.

O zaman bak: polisiyeler kurulası, başarı öyküleri anlatılası, kurgu kurgu içinde romanlar yazılası kılınıyor. Sanat tek bir şeyi kesinkes unutuyor: zayıf insanı ya da insanın zayıflığını. Kurgu, ahlaka temel verecek yegane şeyi hadım ediyor.

Bağlarsam: tecrübenin en ay vurmuş yüzeyini bize zayıfı anlatanlar işaret ediyor. Tarkovski de, tıpkı Dostoyevski gibi, bundan olacak, ciğerime göğsüme iğneler batırıyor.

Zayıflığın görülesi kıldığı.

Peki ya bu zayıflığı habire görmenin seni attığı çukurlarda n’etmeli?

İyi edebiyatın zayıf kıldığı. Hayatın ortasından taç çizgisine şutladığı. Ey okur, daha da yarımayamalak kalacaksın, dediği.

Ne kadar aptalca şeyler söylüyorum. Samimiyetimden bunlar, kimseye söylemeye cesaret edemem ha. Neyse işte dediğim şu ki korkutuyor edebiyat beni. Çukurlara inmekte bin ölüm var.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

YAVAŞ YAVAŞ OKUMAYI GEREKTİRİR.

KELİME DOĞRULAMA KISMINDA BANA ÇIKAN KELİME, "REACH", ENTERESAN ANLAMLI GELİR, GENELLİKLE RASLANTISAL DİZİLİMLERİN SORULDUĞU
BÖYLE BİR YERDE, NEREYE
ULAŞMAKTAN BAHSEDİYORUZ?
EDEBİYATIN DERİN KUYUSUNA MI?
okula mı?işe mi?eve mi? yolda mı?
çeşitliliğin çeşitsizliğe dönmekte
olduğu her yer aynı kuyudur der, yirmibirinci yüzyıl insanları

REACH YAZMADIĞIM İÇİN GÖNDEREMEDİM, ASLINDA BU KISIM FAZLA, AN VE AN, RAPOR VERMİŞ OLSAM, ŞİMDİKİ RESİMDE GÖSTERİLEN
HARFLER "SUBGAF" ARAMIYORUM ANLAM,

GİTMEDİ YORUM. "LİTTERB" İŞTE BU KELİME BANA "LİBERTY" DEDİRTTİ.



Sazana Sazanova