19 Mart 2009 Perşembe

Ulis'in Bakışı hakkında dosta eski bir not.

Öğleden sonra Angelopoulos’un Ulis’in Bakışı’nı seyretmek için oturduğumda hava günlük güneşlikti. Film bitip kalktığımda ise yerler bembeyazdı, hava sis içinde. Filmi görmüşsündür sanırım. Kışın çekilmiş ve en güzel imgeler kar ile sisin arkaplânı “boğduğu” sahnelerde can bulmuş. Üç saatte Ankara, Ulis’in havasına girmişti yani. Şaşırdım mı, içim mi karardı?

Angelopoulos, Tarkovski’den çok şey almış ama onun kadar başarılı değil. Ulis’in Bakışı gibi epik karakterli bir filmi en çok diyalogların zayıflığının bir sonucu olarak yer yer lirik bir ağıta dönüşmekten kurtaramamış. Bu da filmi çift karakterli yapmış, tabii filmi zenginleştiren değil, tüketen bir özellik olmuş çift karakterli olması. Üstüne müthiş müzikler Ulis'in saf lirizme teslim olmasına yardımcı olmuş, hikâyenin ya da anlatımın bir yardımcı unsuru olmanın çok üzerine çıkmış. Tarkovski daha büyük, zira o lirizmin fahişe çekiceliğine kendini asla bırakmazdı, asla Angelopoulos gibi Manchevski’ye dönüşmezdi.

1 yorum:

cem ertem dedi ki...

Yorumunuza ne yazık ki katılamıyorum. Angelopoulos'un hemen hemen her filminde Tarkovski esintileri vardır. Muhakkaktır esinlenmiştir ve planlarına bakarsanız bunu ne kadar güzel ve naif biçimde işlediğini görürsünüz. Bu kadar etkileyici ve bence bir o kadar sanatsal filmi sadece diyalog yönünden (ki bana kalırsa oldukça kaliteli bir senaryo) ele alıp kötülemeniz olmamış..