14 Temmuz 2010 Çarşamba

Çocuk gitti.

"Gitti. Getir götür işlerine bakan çocuk bugün gitti, dediklerine göre köyüne dönmüş, bir daha da gelmeyecekmiş - içinde yaşadığım insani mekânın, dolayısıyla benim ve dünyamın ayrılmaz bir parçası olarak görürdüm onu. Bugün gitti. Koridorda rastlaştık, böylece beklenen sürpriz vedalaşma gerçekleşti, ona sarıldım, o da çekinerek karşılık verdi bana, olanca yabaniliğimi kuşanıp ağlamamayı başardım, oysa yanan gözlerim yüreğimde, benden bağımsız olarak can atıyordu yaşlar akıtmaya.

Sahip olduğumuz her şey, ortak bir hayat sürmenin ya da sadece kendi bakışımızın oyunuyla, biraz biz olur, çünkü bize aittir. Bugün Galiçya'nın bir köyüne giden, adını bile bilmediğim o kimse, benim için sadece bir ayakçıydı: Gözle görülebilir, insani bir varlık olarak, hayatımın özünün hayati bir parçasıydı. Şimdi azaldım ben. Artık tam olarak eskisi gibi değilim: Çocuk gitti.

Yaşadığımız yerde ne yaşanıyorsa, aslında bizde yaşanır. Gördüklerimiz arasında sona eren şeyler, bizde sona erer. Varolmuş olan insanlar -varoldukları sırada görmüşsek- yok olduklarında bizden koparılmıştır. Çocuk gitti.

O büyük masaya kurulmuş, dün başladığım yazılara devam ederken şimdi daha ağır, daha yaşlı, daha kuşkuluyum. Çalışmaya hevesim yok, ama kıpırtısızlığımı harekete geçirip kendi kendimin kölesi olabilirsem çalışabilirim. Çocuk gitti.

Evet, yarın, belki daha sonra, ölümü ya da gidişi haber veren sessiz çan benim için çalacak, büroda olmayan kişi, merdiven altındaki dolapta eski bir kayıt olma sırası bana gelecek. Evet yarın ya da Kader benliğimde benmiş gibi davranın hesabını kapatmaya karar verdiğinde. Doğduğum memlekete döner miyim acaba? Bilemiyorum. Bugün gidenin yokluğu yüzünden trajedi iyice somutlaşıyor, sırf hissedilmeyi hiç hak etmediği için öyle hissediliyor. Tanrım, Tanrım, çocuk gitti."

(Fernando Pessoa. Huzursuzluğun Kitabı'ndan. Çev. Saadet Özen)

(Pessoa hakkında önceden de yazdım. Şurada.)

Hiç yorum yok: