9 Ocak 2010 Cumartesi

Kızgın damın kedisi.

Tennessee Williams'ın çok ilgi çekmiş Kızgın Damdaki Kedi'sini, özellikle Margaret'ı (başkadın karakteri) çok sık düşünüyorum.

KDK dipte açık bir yara, çözülememiş köklü bir sorun varsa düzeltme çabasının içinde bulunulan krizi ancak daha dramatik kılacağını hissettiren bir oyun.

Her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği.

Margaret, güzel ve canlı Margaret, onca fakirliğin içinden gelip yakışıklı ve zengin Brick'e kadın olmuş. Futbolcu, herkesin gözdesi, koca Brick.

Evlenmişler ve Brick'in pek pek zengin babasının evinde yaşıyorlar. Büyük bir imparatorluğun şatosunda, zenginliğin ortasında.

Oyuna bağlandığımız anda Brick'in bunalımının ortasındayız. Sarhoşken bir okulun bahçesinde engellerin üstünden atlamak isterken düşüp bacağını kırmış. Artık yaşayacağına değer veren bir adam değil. İçiyor ve bekliyor. Ne babasının malında gözü var, ne Margaret'ten bir şey umuyor.

Evet oyunu belirleyen tastamam Brick'in bunalımı. Söz geçmez, etkilenmez, son kararını vermiş, tükenmez bunalımı.

Bunalımın ortasında ise Kedi'nin ele avuca sığmaz varlığı duruyor. Margaret, Brick'in en yakın dostu, dostan öte dostu Skipper'la yatmış. Sonra da Skipper intihar etmiş. O günden bu yana Brick bu tarafta değil, başka bir alemde dolanıyor. Anlam alemi Skipper'ın sırtına binip gitmiş onun için.

Burada hep, Brick'la Skipper arasında dostluktan öte bir şeyler olduğu iddiası var. Margaret, "vazgeç artık Brick'ten!" diye bağırmış Skipper'a, hatta belki de Skipper böyle bir şey olmadığını ispat etmek için yatmış Margaret'la.

Of karışık hikâye. Ama ne zaman Skipper'ın ismini duysa Brick, hayattan vazgeçmiş "alkolden bir İsa" olmuş bu koca adam, bir anda gerçekliğe dönüyor, öfkeyle doluyor, diğer insanların bunun hakkında konuşmasına dayanamıyor. Aralarındaki dostluğun her şeyin yalan olduğu şu dünyada tek sahici şey olduğunu bağırıyor. Tek sahici şey.

Skipper'dan sonrası tufan.

Ama ben Brick'i değil, Margaret'ı düşünüyorum. Onun büyük gücünü. Büyük anarşizmini. Büyük ama kızılmaz yıkıcılığını, güzelliğini, aşk oluşunu.

Her şeyin yalan, her şeyin yıkılmış, her şeyin sonsuza kadar eksik olduğunu bilmesine rağmen oyuna tüm kediliğiyle devam edebilmesini. Yeniden kurabilmesini, başlayabilmesini. Yıkmayı bilmesini ve yıkmanın suçunu unutabilmesini.

Ondaki güzelliğin kaynağını arıyorum. Kötücüllük atfedemiyorum kediciğe. Onu neden her şeye rağmen çok güzel bulduğumu soruyorum. Bir cevap bulacağımı sanmıyorum.

Zira, Brick haklı,
Mendacity is a system that we live in.

Hiç yorum yok: