9 Mayıs 2010 Pazar

Oğlan oğlan kalk gidelim.

-I-
Hayatta çok zaman trajedinin izleri silinmez. Ama biz çok zaman izlerin silinmesini, silikleşen hatırlatıcıları unutmayı, velhasılı acıyı gömmeyi tercih ederiz. Bazen bunu adaletsizlik pahasına yaparız; görmezden gelerek rahatlamayı adaletin kurban edilmesine tercih ederiz. Üstüne orada durmayız; kaba neşeyi, inceltilmemiş mizahı, gürültülü eğlenceyi unutmanın aracı olarak kullanırız. Acıyla alay ederiz, başkasının yarasına kahkaha atarız.

Bu davranış biçimi bana hep çocukların ilişkilerini hatırlatır. Çocuklar yere düşen canı yanan arkadaşlarına kahkahayla gülerler, gülerken arkadaşlarının yarasını deştiklerini düşünmezler. Zayıfın zayıflığını kaba mizahın nesnesi yaptıklarında çok zaman toplu bir sarhoşluk içinde, şölen havasındadırlar. Zor bir dünyadır o, küçük adamlarla kadınların alemi bebek bezi reklamlarına benzemez; serttir ve şiddet doludur.

Gelgelelim mantık ve tarih bize yetişkinliğin çocukluğa benzememesi gerektiğini söyler. Sağlıklı büyümek ve toplumsallaşmak biraz da çocukluğun şiddettinden arınmak olsa gerekir.

Ama biliriz ki olmaz. Yetişkinliğin dört bir yanı kurban etme, toplanarak ezme, şölen tertip ederek cezalandırma törenlerinin işgali altındadır. Kaba alay, ezerek iktidar kurma, başkasını yıkarak kendini var etme ve benzerleri gündelik hayatın her noktasında çıkar karşımıza.

Her şeye rağmen yetişkinlik ceza anında çocukluğun rahatlığını taşıyamaz. Zira, tarih, sınırlarını kimsenin bilmediği hukuk diye bir şey tesis etmiştir ve hukuk'un sözü anneden papara yiyip iki zırlayıp kaldığın yerden devam etmeye benzemez. Onun için canı yanmış yetişkin çocuktan farklı olarak adalet umar, kimi zaman hiçbir umut olmasa da inamaya devam eder, dengenin yeniden kurulacağı günü bekler.

Muktedir kulağını kapasa da, sesini duymasa da, umursamasa da o bekler...

Çünkü trajedinin işaretleri yeryüzüne saçılmıştır ve gün gelecek bunlar teker teker muktedirin yüreğine saplanacaktır.


-II-
Büyük udî Richard Hagopian, 1937 Fowler-California doğumlu. Ud çalmaya 12 yaşında başlamış. Padişahlar için çalmış Garbis Bakirgian'ın ve meşhur kör udî Hrant'ın öğrencisi olmuş. Grubu Kef'le birlikte yayınladığı albümlerle Amerikalı Ermenilerin gözünde özel bir yer edinmiş.

Müzisyen bir arkadaşım beni kendisinden haberdar ettiğinde Richard Bey'in rahmetli anneannemin favori şarkılarının müzisyeni olacağını tahmin etmemiştim. Kendisi Ermenice söylediği kadar Türkçe de söylüyor. Üstüne Youtube sağolsun, Richard Bey'in birbirinden güzel şarkılar çaldığı pek çok meşk ortamının da kaydına ulaşabiliyoruz, yani sadece anneannemin şarkıları değil, ortamının da aynısı var. Şarkılar, turkuler, meşk, muhabbet gani.

Kaç gün defalarca bu videoyu seyrettim. Richard Bey, tatlı ve mahir saz arkadaşlarıyla beraber anneannemin ince sesiyle söylemekten bıkmadığı söylerken gerdan kırmaya doymadığı oğlan oğlan söylüyor. Orada bizim memleket var, rakı var, memleketten abiler var, özünü bildiğim muhabbet, tadına doymadığım toprak var. Orada ben, çocukluğum, rahmetli anneannem var. Orada ben evimdeyim, hiçbir yerde olmadığım kadar evimdeyim. Seyrederken içim içime sığmıyor, başımdan aşağı bir güzellik yağmuru dökülüyor.

Ta ki videonun başlarında, tam 1.20'de azcık görünen bayrağı fark eden dek. O an güzelliğin içindeki kocaman yara patlıyor.

Dedim ya trajedinin işaretleri yeryüzüne saçılmış ve işte biri gelip yüreğimin tam ortasına saplanıyor.

http://www.youtube.com/watch?v=yhm8tCmyRs0

Hiç yorum yok: