15 Eylül 2011 Perşembe

Macbeth uykuyu öldürdü uykusuzluk da beni.

Üniversite yurdunda uykusuzluğun şiirine kendimi inandırmıştım. Uyuyamıyordum ama uyuyamamak ortaokul-lise yıllarındaki kadar mutsuzluk vermiyordu. Güdümsüz şekilde oradan oraya sıçrayan bir zihin, en gizli yerlerden sebepsiz fışkıran anılar, o an kendi kendimi takdir ederek pek zekice bulduğum ama  sonra saçma olduğunu anlamaktan kaçamadığım karşılaştırmalar, saptamalar, suçlamalar...

Zira derse gitmeyebiliyordum. Uyumamanın cezası buydu. Ama ne ceza! Gerekirse kalırdım, finale de girmezdim, en çok elime güzel bir kitap alıp Boğaz'a bakmaya giderdim. Artizliğin affetme kabiliyeti vardı.

Yetişkinlik hem insanı bir bir artizliklerinden soyuyor hem de ne olacak canım finale de girmem imkanını elden alıyor. Böylece uykusuzluğun içindeki şiir harap edici bir sinire, sinir harbine dönüşüyor.

İşte bu sinir harbinde finale yaklaşırken şiiri doktorla, ilaçla falan öldürüyorsun. Sonra aferin, ne olgun adam diyorlar.

2 yorum:

ligea dedi ki...

melisa cayını sarı kantoranla karıstırınız. uykusuz gecelere uykulu lezzetler verir.

Mehmet Hayri Zan dedi ki...

bak formülü okuyunca bile uykum geldi...