11 Ocak 2010 Pazartesi

Istırap.

Marcel Proust, büyük eserinde dönüp dönüp ıstırap'tan bahseder. Dehanın olmadığı yerde, yani kendisi gibi adamlarda, ıstırabın "anlamak kavgası"nda tek yol açıcı şey olduğunu düşünür. Anlama çabasının büyük motivasyonunu sağlayan, insanı gündelik akışa kapılıp gitmekten kurtaran şeydir ıstırap. Hatta son ciltte, "Istırapsız geçen zaman boşa geçen zamandı" demekten çekinmez.

Istırabın başka bir büyük işçisi de Cesare Pavese'dir. Günlüğünü, romanlarını, öykülerini ve şiirlerini okuyan karabahtlı okuyucu kolayca anlar Pavese'nin nasıl büyük bir ıstırap işçisi olduğunu. Susan Sontag'ın büyük gözlüklü-ebedi çocuk Torinolu Cesare'yi "çilekeş" olarak nitelemesi boşuna değildir.

Ne olursa olsun ıstırap kaçınılmaz olduğunda anlamlıdır ancak. Istırabı bir deney olarak düşünenleri anlamakta zorlanıyorum ben. Bunun da bir açıklaması vardır elbette. Günlük akış "acıdan kaçan hazza sığınan" ademoğlunun elindeyse hep söylendiği gibi, acı bir strateji olarak sunulabilir. Ama bu sürdürülebilir bir durum olmadığından hep kayalıklara çarpıp dağılmaya teşnedir.

Neyse sadede geleyim. Yıllar öncesinden bir anı geliyor aklıma bu meseleyi düşündüğümde. Küçüğüm pekâla ve kız arkadaşım bırakıp gitmiş. Fena halde içim yanıyor. Kafamı duvarlara duvarlara vurasım var. Lakin her şey çok katlanılmaz değil, bedbaht günlerin çok güzel arkadaşı gelip yoldaşlık ediyor bana. Her akşam uzun uzun yürüyoruz, pek güzel filmler seyrediyoruz, romanlardan ve siyasetten bahsediyoruz. Bir yandan içim ısınıyor bir yandan da topluyorum yavaş yavaş kırılmışları. Pek az uykulu pek yoğun geceler. Çok şey keşfediyor, pek yeni anlamlar buluyoruz sanki. İnanıyoruz buna.

Ama bir süre sonra kaçıp giden sevgili gözyaşları içinde geri geliyor. Çok özlemişiz birbirimizi. Ama nasıl çok. Istırap arkasına bakmadan kaçıp gidiyor.

Mutluluğun geri gelişinin tam ertesi günü. Arkadaşımla hep oturduğumuz kahvede oturuyoruz. Yeni okuduklarından, keşfettiklerinden, karanlıklarından söz ediyor. Esnememe engel olamadığımı hatırlıyorum; anlattıklarını anlayamadığımı, sözlerinin kulağıma bir homurtu gibi geldiğini. O an aramızda çok değerli bir şey kırılıyor.

Hiç unutmuyorum o anı. Normalleşmenin sıkı bir göstergesi olarak zihnime kazınmış. İşte şen hayatıma dönüp eski düzende devam ediyorum. Istıraplı günlerin yoğun güzelliğini, sıcak sevgilinin hazlı muhabbetine tercih etmek aklımdan bile geçmiyor.

Uyum sağlamak ıstırabın salvolarını geçiştirmeyi öğrenmek demek biraz da. Unutabilmek demek, düşünmemeyi, kafaya takmamayı öğrenmek demek. Bunun için aferin diyorlar insana, bunun için terbiye ediyorlar insanı.

Ümitsizliğe kapılmadan hazla beraber devam edebilecek bir siyasetin imkânını düşünmeye gayret etmekten başka çare yok lakin.

3 yorum:

ligea dedi ki...

blog düzen böyle de guzel olmus.

Mehmet Hayri Zan dedi ki...

eh teşekkürler :) biraz daha iç açıcı biraz daha rahat okunur olsun dedim.

koala1966 dedi ki...

Kırılmışlar da kendi başına güzel, ama ağır onları taşımak, herkes ilk fırsatta sırtından atmaya çalışıyor.