7 Ocak 2009 Çarşamba

Dağlarca'nın halleri

Varlık'ın Aralık 2008 sayısında Kadıköy'ün simgelerinden sokak şairi Nurullah Can yakın zamanda bu dünyayı terk eden büyük ozan Dağlarca ile olan anılarını yazmış. Çok matrak anekdotlar var. Nurullah Can'dan geliyor!

"1979 Eylül ayında orta halli bir lokantada rakısını içerken yanına yaklaşıp o günlerde yeni basılmış ikinci kitabım Memleket Çocukları'nı imzalayıp verdim. Tek forma ve kapaksız bir kitapçıktı. Masasına öyle kimseyi oturtmazmış. O gece karşısına oturmak isteyen Behzat Ay'ı hemen kaldırttı. Behzat Ay'ın hemen sarhoş olduğunu ve içmesini bilmediğini söyledi. Tam o sırada rakı kadehini devirdi ve benim şiir kitabımla mermer masadaki rakıları sildi. Kitap kuruyunca üstüne hemen şu dizeleri yazdı. Eşittir / kurbanların evet dediği / koyunların / hayır dediğine. Bu nüshayı hâlâ saklıyorum." (29)

Çok güzel hareket hakikaten. Adam sana şiir kitabı getirsin sen kalk o kitapla masayı sil!! Ama işte nasıl bir şair özgüveni. Gün gelip böyle dergilerde yazılacağını biliyor olmalı. Hem de gurur duyularak. Peki şuna ne demeli:

"Dağlarca ev edinmek istemezdi. Ev sahibi olunca kişide bir tür bağımlılık oluştuğunu ve değişik semtleri görme olanağının kalmadığını söylerdi. Ancak o yıllarda bir ev sahibi ile tehlikeli bir kavgaya tutuşmuş, ev sahibi Dağlarca'nın kafasına tabure ile vurmuş, o da keserle karşılık vermişti. Bu olay basında yer almış ve günlerce konuşulmuştu. Bunun üzerine ev aldı ve bu gibi dertlerden kurtuldu." (29)

Nurullah Can çok dert çekmiş Dağlarca ile olan ahbaplığında:

"Şiir üzerine pek konuşmaz ve kimsenin şiirine karışmazdı. Beğenmediği şiirlerin şairlerine ise denizi gösterir ve 'oraya atın' derdi. Bana da 'iyi bir şiir yazsan da okusak' dedi yıllarca. Sonunda 1987'de "Cumhuriyette Üsküdar Çeşmesi" şiirim yayınlanmış ve nasılsa onu beğenmişti." (30)

Ama tabii sabır da bir yere kadar:

"En sonunda 1992'de darıldık. Vergi iade zarfını getirmiş, vermiştim [Dağlarca'nın iade zarflarını N. Can doldururmuş hep!]. Kendi hesabıyla benimki arasında çok küçük bir fark vardı. Bu farkla ancak 3 bardak çay içilebilirdi. Kendisinin Harp Okulu'unda matematik okuduğunu ve yanlışlık yapmayacağını söyledi. Masada kimse yoktu ama nedense çok alınganlık gösterdi. Bu fişleri içkiliyken topluyor ve bazen de fişlerdeki içki tutarlarını düşmüyordu. Bir tatsızlık oldu ve bir daha bir araya gelmedik. Herkesi küstürdüğünden kahvede artık yalnız oturuyordu." (31)

Ne huysuz ihtiyarmış böyle koca Fazıl Hüsnü.

Hiç yorum yok: