22 Ocak 2009 Perşembe

Dayanmak kolay mı?

Wikipedia'dan J.M. Coetzee'nin muazzam disiplinli bir adam olduğunu öğrendim. Ne sigara ne içki içermiş. Et yemezmiş. Formda kalmak için saatlerce pedal tepermiş.

Okuyanlar bilecek bu adamın yazdığı şeylerle uğraşmak her ölümlünün harcı değil. Asla gülümsemeyen, her anı kahır dolu yüzleşmelerle dolu kitapların yazarıdır Coetzee. Kendilerine bakan, güçsüzlüklerini gören, hayatın trajedisi karşısında icat edilen oyunların çocuksuluğundan bıkmış karakterlerin hikayelerini anlatır.

Okuması günlerce tedirgin eden, bunaltan, ruh yoran metinlerin yazarı olmak nasıl bir şeydir? Bu ilkel soruyu sıkça soruyorum kendime.

Bir tarafta yazmaktan başka çıkış bulamayan ve yaza yaza kendini tüketenler var. Örneğin Pessoa. Elbette 50 yaşını göremeyecekti. Tüm büyük mizahına rağmen kanını içine akıtıp duruyordu çünkü. Ya da Pavese. 42 yaşında intihar etmişse, dünyada işi bittiğinden, yapacağını yaptığından falan değil artık dayanacak gücü kalmadığındandır. Kafka'ya ne demeli? 40'ını bile görememesi hızlı yaşayıp genç ölmesinden mi?

Bu dizi çok gider daha ama burada durayım. İçler daha fazla kararmasın.

İşte bütün bu genç adamların karşısında yıkılıp gittiği maceraya meydan okumak mümkün değil mi? Dayanmayı başararak yazmak, daha da kuvvetlenerek, kendini daha da erkek kılarak yazmak, sıkıntıları def etmeden ama onlara yenilmeden yazmak...

Ne diyordu düşünür, "uçuruma bakarsan, uçurum da sana bakacaktır". İşte uçuruma bakmaya devam ederek, onun korkunçluğunu, yani yaşamın ta kendisini iliklerine kadar hissederek dayanmayı başarabilmek. Zayıf bedeni alt ederek, zayıf ruhu alt ederek ama alt ettikçe yani kazandıkça "durma, uçuruma sırtını dön" diyenlerin tatlı, şehvetli, sarhoş eden çağrılarına aldırmadan devam edebilmek.

Bunu yapabiliyor bence Coetzee. Diğerlerinin dayanamadığı, son verdiği oyuna kendini sürekli terbiye ederek kafa tutuyor.

Az şey değil bu.

Hiç yorum yok: