10 Temmuz 2008 Perşembe

Sana kırmızı çok yakışıyor

Sevmek ve sevilmek arasında bir denge olması gerektiğini düşünürüm hep. İkisi arasındaki dengesizlikten korkması gerekir insanların gibime gelir. Hatta bu dengesizlikten korkmak bir ahlak ölçütüdür diye düşünürüm.
(Düşünürüm, gibime gelir, sanırım, hep kendime dönerim, hep kendime bakarım. Yalancılık devrin önemli iş sahasıdır).

Sınırsız sevilmeyi talep edenlerin korkunçluğuna her gün bir başka vesileyle tanıklık ederiz. Ama beni en çok iğrendiren aşırı sevilenlerin bu hali korumak için verdikleri çabadır. Pop yıldızı özürlü çocuğu sever, silikon dudaklı geçkin-seksi abla varoşun dokunaklı delikanlısına iş bulur, iş adamı altın kol düğmelerini fark ettirerek hemşehrisinin sırtını okşar. Her gün olur bunlar. Hayranlık artar, göz bebekleri büyür, yakalayıp da imza almak ya da pudralı elini tutmak nihai hedef olur. Aşırı sevilen karşılık verme numaralarıyla kendini korur ve hatta konumunu sağlamlaştırır.

Yani sevme-sevilme dengesizliği iktidar yaratır; ezdirir ve ezer.

İnsan çok sevilmekten korksa gerekir.
İnsansa korksa gerekir.

(Antonioni'nin Gece'sinin son sahnesi: adamın ilgisizliği, adamın iç hayatından istifa etmişliği, kadının mazlumluğu arzular aleminin dengesizliklerden yapılma bir alem olduğunu bir kez daha hatırlatır).

(Evet, sevilmek arzulanmaktır sevmek arzulamak).

Hiç yorum yok: