6 Temmuz 2008 Pazar

Yıllar geçiyor sen ne dersen de!

Bu sabah eve gelirken gördüm onu.
O, yıllar öncesinde bir gece, bana hayatım boyunca aradığım insan olduğunu hissettirmişti. (Ya işte, oğlum Mehmet Hayri, böyle biter sana kuvvet veren ironi (bitter irony) (Ah sadana gençlik...)).
Sadece bir gece çok anlam ifade etmez belki ama bu gecelerden fazla olmayınca insanın hayatında... (Bu sefer de acındır kendini! Aferin sana).
İtiraf etmeliyim, burada yazmaya çalıştığım romanı onun hayaleti şekillendiriyor. Zira yıllarca önce bana kurtuluşun cisimlenmiş hali olarak görünmüştü, umut'tu.
Bugün kurtuluş aramadığımdan olacak, bir hayalet olarak dolanıyor sadece. Korkutmayan, heyacanlandırmayan antik bir hayalet.

İşte, sabah gördüm, bir anda çıktı karşıma sokakta; aynı ciddilikte ve aynı çocuklukta. (Çocuklukla ciddiliğin bir arada var olmasıydı, onda beni en çok etkileyen galiba).
Ama bu sefer yaşlı bir çocukluk. (Susuz kalmış yüzü belli ki çok geçmeden kırışacak. Seçtiği yaşam da bunu talep ediyor zaten. (Ondakinin kendine bakmayan, kendini düşünmeyen bir güzellik olduğuydu beni en çok etkileyen galiba)).
Ben kurtulamadım. Kurtulmayı arzulanır kılan, ağrılarımı dinleme yeteneğimdi, onu kaybettim; yerine en güzelinden bir dindirme yeteneği edindim. (Ağrısız kulak delinir).
O ise devam etti. Geçen yıllar gözlerimi bozmadıysa gördüğüm o ki aynı şekilde yaşıyor. Arkadaşlarıyla birlikte, parasızlığa katlanarak, toplumun tüm yükselme-kazanma-başarma taleplerini reddederek... Aynı ciddilikte ve aynı çocuklukta. (Dert etmiyor mu kırışan yüzünü?).

Fakat neticelerin neticesinde olan şu:
Foucault okuyup Negri yazan bu ciddi çocuk nasıl uyur;
öğrenemeden ayrılıp gitmek varmış bu diyardan
bitirmek varmış son-gençliğin huzursuz rüyalarını.

(- Gitsene peşinden! Ne duruyorsun?
(- ....)).

Hiç yorum yok: