4 Temmuz 2008 Cuma

2. Bölüm

Apartmanın giriş kapısında zili çaldığımda, otuz saniye içinde kapının rahatsız edici bir zırlamayla açılacağını, dördüncü kattaki daireye, yani anacığımla oturduğum sevgili yuvamıza ulaştığımda sokak kapısını açık bulacağımı biliyordum; zira hep böyle olur. Hafif aralı duran kapıyı açtığımda annem elinde kumanda üçlü kanepeye kurulmuş, ayaklarını altına toplamış ifadesiz bir suratla televizyona bakıyordur. Ayakkabımı çıkarır, içeri girerim. Gider koltuklardan birine otururum. Ben yokmuşum gibi davranır, istifini bozmadan televizyon seyretmeye devam eder.
Beş altı dakika olmuştu ki oturalı, şofben açık git yıkan, dedi. Tamam, diyip oturmaya devam ettim. Yüzüme dönüp sesini yükselterek, tamam diyip oturursun iki saat, bir lafı da iki kere söyletme, kalk dedimse kalk gitti diye çıkıştı. Burun delikleri açılmış, alnı kırış kırış bir süre baktı bana. Dayanamayıp kalktım.
Gidip yarım küvetin içine oturdum, hafif bir titreme girdi canıma, tenim küvetin soğuk yüzeyine deyince. Baktım, kazanın içindeki su ateş gibiydi. Yavaş yavaş, alıştıra alıştıra dökündüm. Hep böyle yaparım. Ayaklarımdan başlayıp, başıma çıkana kadar yarım saat geçer.
Artık partilisin oğlum dedim kendime. Karşımdaki çiçekli banyo parkesine bakarak, hafif bir gülümsemenin ağzımı zorladığını hissettim. Galiba belli belirsiz gülümsedim.
Üstümde bornoz, yatağımın ayakucunda, kamburu çıkarabileceğim had safhada çıkarmış oturuyordum ki hışımla annem geldi. İki saattir ne yapıyorsun, diye bağırdı. Banyodan çıkmayı bilmezsin, üstünü giymeyi bilmezsin, oturma öyle aval aval, kalk çabuk sana diyorum gibi bir sürü laf saydı. Sonra gerisin geri gitti. Yemek hazırlamaya herhalde. Öylece kaldım yatağın ayak ucunda.
Göbeğimin üzerindeki kıllara baktım. Kıllarımın saçmasapan kıvrılışlarından, yönsüzlüklerinden, sertliklerinden emin olmak ister gibi serçe parmağıma doladım onları. Telefon çaldı. Oturma odasında. Annemin sesi duyuldu. Seni istiyorlar diye bağırdı içerden. Böyledir, bana gıcıklığı arttığında ismimi kullanmaz, sen der. Genelde sen der.
Şaşırdım. Bornozumun önünü kapatıp, oturma odasına seyirttim. Allah belanı versin, dedi annem, hâlâ giymemiş üstünü zıbarası. Zıbarası telefonu eline aldı. Karşıdan kibar bir kadın sesi, alo dedi. Partiden aradığını, iki gün sonra bilmem ne etkinliği öncesi toplantı düzenlendiğini, katılırsam arkadaşlarla tanışma şansı bulacağımı falan söyledi. Hem biz de sizi yakından tanıma şansı buluruz, dedi. Kapattı. Sağolun hanfendi, teşekkür ederim.
Arkamı dönünce annemi gördüm. Kimdi arayan, dedi. Arkadaş dedim. Senin arkadaşın da mı var? Var, dedim, eskilerden. Görüşelim diyor. Görüş tabii, evde kalmış kızlar gibi gömülmüşsün evin içine. Hadi çabuk gel, yemek hazır dedi.
İçimi bir korku sardı.
Yemekten sonra, çabucak yatağa girdim. Hayal kurdum. Evim kalabalıktı, üstümde beyaz bir gömlek vardı, mutfaktan salonda oturanlara meyveler, pastalar götürüyordum habire. Salonda bir sürü genç kadın vardı. Annem yoktu. Bütün kadınlar çiçekli uzun elbiseler giymişti. Gülüyordum. Kumral tenli, incecik biri çayları dolduruyordu.
Rüya değil dedim bu, bu hayal.
Çayın bitti mi diye sordu yanıma yaklaşıp. Yüzünü o an seçiverdim.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

kendi adıma konuşmak isterim; açıkçası ikinci bölüm daha iyi işlenmiş gibi geldi bana. en azından karakterin kendi içine gömülmüşlüğü, kendini soyutladığı topluma tekrar sokma girişimi çok iyi anlatılmış, insan çok rahat empati kurabiliyor.

Mehmet Hayri Zan dedi ki...

teşekkürler yorum için. dönüp dönüp tekrar yazacağım bu bölümleri zaten. ileri bölümleri de okumanızı, yorumlanızı isterim.
selamlar